Yonca Eldener

Geçmişi ve gizemi olan coğrafyaları yazıyorum


Yorum bırakın

Kadim sırlar sonsuza dek gizli kalacak – Akşam.com.tr

http://www.aksam.com.tr/kitap/kadim-sirlar-sonsuza-kadar-gizli-kalacak/haber-352023

Kadim sırlar sonsuza kadar gizli kalacak

07 Kasım 2014 Cuma
Kadim sırlar sonsuza kadar gizli kalacak

Yonca Eldener ilk romanı ‘Göbekli Tepe Muhafızı’ ile okurunu soluksuz bir maceranın içine çekerken bir yandan da kadim dinlerin bilinmezliğine doğru bir yolculuğa çıkartıyor.

Bahar Kaştan
ipekbaysan@hotmail.com

“Dilbilimci annesini Milas Musevi Mezarlığı’nda son yolculuğuna uğurlayan Kamil’in hayatı, hiç tanımadığı Harranlı bir adamın, evini satın almak istemesiyle alt üst olur. Milas yakınlarında cesedi bulunan adamın konuştuğu son kişi Kamil’dir ve o daha annesinin yasını tutarken kendini bir anda cinayet zanlısı olarak nezarette bulur. Şartlı salıverilmesinin ardından gerçeğin peşine düşen Kamil, loş odasında adeta bir mabede girercesine açtığı bilgisayarının önüne döktüğü şifreleri çözdükçe yolu, binlerce yıl önce Afrika’nın ortasında nurlanan insanoğlunun dönüşüm hikâyesinin yazıldığı Göbekli Tepe’ye çıkar.  Peki Göbekli Tepe neresidir? Gizemi neden bu kadar derindir?”

Göbekli Tepe Muhafızı bir macera romanı olarak adlandırılsa da arkeoloji ve bölgeyi tanıma açısından da bir rehber kitabı niteliğinde sayılabilir aynı zamanda. Hatta kadim dinlere dair de pek çok şey öğreniyoruz bu maceranın içinde. Siz bu romanı nasıl tanımlıyorsunuz?
Dediğiniz gibi Göbekli Tepe Muhafızı, dinler tarihinin, arkeolojinin, dil bilimin ve mistisizmin arka planda derinden işlendiği bir roman. İçinde birçok bilgi bulunduruyor; ancak tüm bu bilgileri Göbekli Tepe’yi ve Milas’ı içselleştirerek vermek istedim. Göbekli Tepe inançlarımıza ve uygarlığımıza dair tüm öğelerin anahtarlarını bulabileceğimiz, üzerinde derin manevi örtüsü olan bir yer. İstedim ki romanımı okuyan Göbekli Tepe’yi de anlasın ve kendinden bir parça barındıran bu eşsiz tapınaklarla köprü kursun…

Dünyadaki en eski heykel

Göbekli Tepe Muhafızı olarak adlandırdığınız Urfa Heykeli’nden biraz bahsedebilir miyiz? Heykelin kurgunuzdaki yeri de ayrıca önem taşıyor, hatta kilit noktalarından biri diyebiliriz… 
Urfa Heykeli’nin Urfa merkezindeki bir inşaat sırasında bulunduğu söyleniyor ancak nasıl ortaya çıktığını kesin olarak bilemiyoruz.  Bu heykel şimdiye kadar dünyada bulunan en eski heykel ve şu an Urfa Müzesi’nde sergileniyor. Bu heykelin romanda yer alması da dediğiniz gibi ayrı bir önem taşıyor. Kısa bir süre önce aramızdan ayrılan Göbekli Tepe Kazı Başkanı Prof. Dr. Klaus Shmidt, tapınakları çevreleyen 12 adet ve merkeze konumlanmış 2 adet T başlı dikilitaşların kutsala ait olduğunu, yani insan olmadığını söylemişti. Göbekli Tepe’de bulunan çok az sayıda heykelin ise kutsalı koruyan muhafızlar olduğu düşünülüyor. Urfa Heykeli aslında Göbekli Tepe kazı alanında bulunmuş bir heykel değil; ama buna rağmen romanın merkezine Urfa Heykeli’ni yerleştirdim. Çünkü tüm fiziki özellikleriyle muhafızlığı taşıyor bu heykel;  ağzı yok ve bu da onu kadim sırları sonsuza kadar saklayacak olan eşsiz bir heykel olarak konumlandırmamı sağladı. Obsidiyen taşından yapılmış simsiyah gözleriyle de hakikati görüyor sanki ancak susuyor…

Romana baktığımızda sanat tarihi uzmanı yazmış hissine kapılıyorsunuz. Oysa yaptığınız iş çok başka… Nasıl merak saldınız bu konuya? 
Evet, ben aslında uzun yıllar perakende ticaretinin değişik alanlarında çalıştım ve pazarlama alanında yöneticilik yaptım. Fakat benim için Jared Diamond’ın içeriğini “coğrafya kaderdir” olarak tanımlayabileceğim “Tüfek, Mikrop ve Çelik” adlı kitabını okumam bir dönüm noktası oldu. Halkların gelişmişlik farklarını tarım devrimine kadar giderek araştıran bu eşsiz kitaptan çok etkilendim. Diamond beni insanlığın geçmişi üzerine ilk kez düşündürdü. Ve merak etmeye başladım… Zaten ODTÜ Mimarlık Fakültesi’nde Şehir Planlama Bölümü’nü okurken bir yandan da arkeoloji dersleri almıştım.  Yani konuya ilgim zaten vardı ama Diamond’ın kitabı ile ilgim daha da pekişti… Tarih okumak, yaptığınız iş ne olursa olsun insanın bakış açısını genişletiyor ve yaptığınız işlere de yansıyor. Bu anlamda böyle bir roman yazmak için tarihe dalmış olmaktan çok büyük zevk duydum. Romanda yazdığım gibi “Tarihini anlamayan kendini, tarih bilmeyen de insanlığı anlamaz.”

Dinler tarihine dayanıyor

Bütün bu maceraların kökeninde aslında kadim dinler yatıyor. Ve dinler tarihi hakkında da bilgi almak mümkün romanda. Bunun nedeni nedir?
Önce de belirttiğim gibi Göbekli Tepe bir yerleşim yeri değil. Burası Taş Çağı’nda, 200 kilometrekarelik bir alanı kapsayan, ortak inançları etrafında toplanmış avcı-toplayıcı toplulukların din merkezi. Henüz tarıma geçilmemiş, çanak çömlek icat edilmemiş, hayvan evcilleştirmemiş ve yerleşime geçilmemişken, bu toplulukların inanç etrafında birleşerek böylesi devasa tapınaklar yapmış olması hepimizi düşündürdü. Klaus Shmidt “Yerleşimden önce tapınak vardı” demişti. İnsanlık her şeyden önce inanç etrafında toplanmıştı ve öğrendiğimiz en eski tapınaklar burada. Günümüz inançlarına dair anahtarların da burada olduğunu düşünüyorum. Haliyle bu bölgeyi yazarken de dinler tarihinden kopuk bir hikâye kurgulanamazdı.

Romanın sonunda okura sunduğunuz mistik bir mesaj var. Bu mesajdan da bahsedebilir miyiz? 
Romanda Göbekli Tepe’den “hiçbirimizin diğerinden farkının kalmadığı yer” olarak bahsettim. İnsanların ortak bağlarını değil, farklılıklarını düşünmeye başladığı dönemler hep acı verici olmuştur. Kaldı ki uygarlıklar, tek bir halkın mucizesi olarak sıfırdan ortaya çıkmamıştır… Göbekli Tepe,  bunun en güzel kanıtı. Aslında hiçbirimizin diğerinden farkının kalmadığı bir yer orası…