Yonca Eldener

Geçmişi ve gizemi olan coğrafyaları yazıyorum


Yorum bırakın

Yonca Eldener Göbeklitepe Göbeklitepe Muhafızı kitabını anlattı

Yonca Eldener Göbeklitepe’yi merkezine alan müthiş bir romana imza attı ve kitap kısa sürede 9. baskıya ulaştı. Yazarla Göbeklitepe’in önemini, tarihin edebiyatla buluşma hikayesini konuştuk.
— Şurada oku www.medyatava.com/haber/yonca-eldener-gobeklitepe-gobeklitepe-muhafizi-kitabini-anlatti_205205


Yorum bırakın

Göbeklitepe’de kadının adı yok

http://724kultursanat.com/author/sayim-cinar/Yonca Eldener, Yedi Uyananlar kitabında kadına şiddeti sorguluyor. Yonca Eldener’in ilk romanı Göbeklitepe Muhafızı. Yazar, Göbeklitepe konusunda uzmanlık derecesinde bilgiye sahip. Göbeklitepe kazılarında kadına dair izlerin çıkmaması, Yonca Eldener’i son romanında bu konuda yolculuğa çıkarmış. 
Göbeklitepe’de kadının adı yok. Göbeklitepe Muhafızı romanının yazarı Yonca Eldener…

Yonca Eldener, insanlık tarihini yeniden ele alınmasına neden olan bu tarihi merkezde kadına dair neredeyse hiç sembol çıkmaması üzerine son romanında merceğini bu meseleye çevirmiş.

Yonca Eldener’in son romanı Yedi Uyananlar, erkek şiddetinin sebepleri üzerinde düşünen, sonu sürprizlerle dolu bir tarihi macera.

10 bin yıl önce kadına bakış

İnsanlık tarihi hakkında bilinenleri derinden sarsan, yerleşik tarih anlayışını ve bilgilerini değiştiren ve dinler tarihini sorgulatan Göbeklitepe’nin inşaası Milat’tan önce 10 bin yılına dek uzanıyor.

Urfa sınırları içinde yer alan bu tarihi merkez, dünyanın en eski ve en büyük ibadet merkezi olarak biliniyor.

Bu omurga bilgilerden sonra Yonca Eldener, ortaya öyle bir soruyu bırakıyor ki, Göbeklitepe merkezinde insanlık tarihi açısından o soruya cevap bulmak şart oluyor.

Göbeklitepe Muhafızı romanı ile ilgili Sayım Çınar, Yonca Eledener ile sohbet etti.

Sıla’ya şiddet meselesi, Göbeklitepe ve Yedi Uyananlar

Göbeklitepe’de kadının adı yok. Göbeklitepe’de neden kadının adı yok?

Göbeklitepe Muhafızı ve Yedi Uyananlar kitabıyla ilgili daha önce kendisi ile söyleşi yapmıştık.

Ama bu kez tam da gündemde şarkıcı Sıla ile Ahmet Kural meselesi varken, Yonca Eldener’in sorusu daha da anlam kazanıyor.

Yedi Uyananlar, bu soru üzerinde derin derin düşünmemize neden oluyor.

Yonca Eldener, Yedi Uyananlar’da kadına şiddeti sorguluyor

Yedi Uyananlar’da Özgecan Aslan var

Sayım Çınar – Erkek şiddeti yine gündemimize girdi ve Sıla’nın Ahmet Kural’a açtığı dava gündeme bomba gibi düştü. Son romanınız Yedi Uyananlar’da Tarsus’ta katledilen Özgecan Aslan’dan da bahsediyorsunuz. Erkek şiddeti hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yonca Elneder – Hayatımızda şiddet sıradanlaşacak kadar yoğun. Yedi Uyananlar, erkek şiddetinin kökenleri üzerine düşünerek yazdığım bir tarihi macera. Şiddet elbette çok boyutlu ve hepimizin bildiği kültürel ve psikolojik nedenleri var.

Ancak ben son romanım için pek gündeme gelmeyen genetik nedenleri de ayrıca araştırdım.

Bir gen var mesela, bu gene sahip bir erkeğin tecavüz suçu işleme olasılığı tam 44 kat artıyor. Yani kaderimiz genlerimizdir meselesi.

Gündeme gelmemesinin bir nedeni bu çalışmaların daha çok yeni olması. Bir diğeri de genetik faktörlerin işi iyice içinden çıkılmaz hale getirebilecek olması.

Şiddet uygulayan kişilerin genetik yapısı suça meyil teşkil ediyorsa ne yapacağız mesela? “Adamın doğası bu” demek suça gerekçe mi yaratacak, önlenmesi için bize yol mu gösterecek?

Göbeklitepe’de eşitlik nasıl bozuldu

Sayım Çınar – Okuyucu sizi Göbeklitepe Muhafızı ile tanıdı. Bu konuya nasıl yöneldiniz?

Yonca Eldener – Göbeklitepe’de de kadının adı yok! Şaka bir yana Göbeklitepe benim sorularımın çıkış noktası.

Burası tarihin sıfır noktası ise eşitlik nasıl bozuldu konusunu buradan daha güzel tartışacak yer olamaz benim için.

Bu açıdan bakınca Göbeklitepe toplumsal cinsiyet konusunu düşünmek için de eşsiz bir yer. Mesela neden Göbeklitepe’den sadece tek bir adet kadın tasviri çıktığını soruyorum. 

Belki bazı heykelciklerin cinsiyeti tespit edilemediği için henüz kadın denemiyor ancak yine de onlarca parça çıktı kazılardan. Bunca kabartma, heykel, heykelcik ve taş parçanın üzerindeki bezemelerde dişi yok ise konuşmaya değmez mi?

Göbeklitepe kazılarında kadına dair bulunan tek iz

Kazılarda kadına dair çıkan tek parça

Sayım Çınar – Göbeklitepe’den kadına ait hiç sembol çıkmadı mı? Bu çok ilginç. Sizce neden?

Yonca Eldener – Belki ilerleyen dönemlerde çıkacak. Burada yok denen her şey yeni buluntularla değişiveriyor. Yine de burada şimdiye kadar kadına ait olduğu tespit edilen tek parça var. 

Bir taş levhanın üzerine kazınmış, çömelir vaziyette bir kadın grafitisi… Doğum yaptığı düşünülüyor. Büyük olasılıkla bulunduğu Aslanlı yapının orijinal bir parçası değil ve oraya sonradan konmuş.

Kadın sembollerinin eksikliği Göbeklitepe’nin merhum kazı başkanı arkeolog Klaus Schmidt’in de dikkatini çekmişti. Kitabında Göbeklitepe’nin ölü gömme alanı olabileceği üzerinde durmuştu ve belki ölüm kadınla sembolize edilmiyor diye düşünmüştü. Tabii Göbeklitepe’nin ölü gömme alanı olduğu savını destekleyecek bulgu yok.

O zaman neden Göbeklitepe’de kadının adı yok? Elinde sadece çakıl taşıyla altı tonluk dikilitaşları dikecek kadar önemli bir yer inşa et ve kadına dair bir iz koyma.

Bu toplum bize bu hareketiyle ne söyler?  Bu taş çağında kadınların toplumda önemli bir rol oynamadığı anlamına gelmez. Latmos gibi Batı Anadolu’da bu çağdaki kaya resimlerinde kadın betimleri var.

Ancak Göbeklitepe’de kadına dair iz olmaması bir yorumlamamız gereken bir anlam içerir. Henüz araştırmaların çok başında olunduğu için bu konu bir kenarda duruyor. Ama sıra bu soruya gelecek diye düşünüyorum.

YEDİ UYANANLAR HAKKINDA TANITIM YAZISINI BURAYI TIKLAYARAK OKUYABİLİRSİNİZ

Tanrıça, kadın demek değildir

Sayım Çınar – Sorun bu kadar eski mi yani? Daha taş çağında erkek egemen bir topluluk mu vardı?

Yonca Eldener – Bunun cevabını bilmiyorum. Ama bu sorulması gereken bir soru. Biliyorsun Çatalhöyük’te bulunan ve Ana Tanrıça olduğu düşünülen kadın heykelcikler dünya çapında ünlü.

Hele Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ndeki oturur vaziyette iri göğüslü meşhur Tanrıçayı hepimiz tanıyoruz. Feministler buraya gelip Ana Tanrıça’nın hüküm sürdüğü Altın Çağı anıyorlar ve kutluyorlardı.

Şimdilerle bu iri göğüslü kadın heykellerin sadece yaşı ilerlemiş kadın figürleri olabileceği konuşuluyor. Çatalhöyük’teki Ana Tanrıça denilen heykelciklerin Tanrıça olduğu varsayımı biraz temelsizdi belki.

Tabii  Zeus tipi hakim bir Ana Tanrıça’ya inanıldığı bir dönem var.

Anadolu’da MÖ 1000’lerde Friglerin Ana Tanrıça’sı Matar – ki sonra Kibele olacak- bir Ana Tanrıçaydı.

Ancak Tanrıça kadın demek değil ve Tanrıçaya tapanların olması onların anaerkil bir toplum olduğunu göstermiyor.

Ve soyun anneden geçtiği toplumlarda kadınların yönetimde bulunmadığı örnekler bulunuyor. Belki eşitliğe ve cinsiyet rollerini anlamaya çalıştığımız bakış doğru değil.

Her ne olursa olsun eşitsizliğe olan isyanımız büyük. Bir dönem kadının çağı olmalı fikrine inanmak ihtiyacındayız çünkü adaletsizlik çok ciddi boyutta ve ne yazık ki evrensel.

Yonca Eldener, Göbeklitepe’da kadının adı yok. Neden? diye soruyor.

Erkek şiddetine dair kitaplar

Sayım Çınar  – Yedi Uyananlar’da Tarsus tarihine ve burada doğmuş antik bir gizem dini olan Mitra’ya nöroloji, psikoloji ve mitolojiye dair ciddi bilgiler yer alıyor kitapta… 

Erkek şiddetini bu çerçevede nasıl ele aldınız? Bu kitabı yazarken ciddi derecede kitap da okumuşsunuzdur. Erkek şiddeti konusunda sizi en çok hangi kitaplar etkiledi, bu romanı yazarken?

Yonca Eldener – “Ana Tanrıça’nın İzinde, Anadolu Kybele Kültü” adlı kitaba bayıldım. Gerçekten de Ana Tanrıçaya tapılan bir dönem var mıydı, yoksa böyle bir dönemin özlemi üzerine hikayeler mi uyduruyoruz konusunu bilimsel bir bakışla inceliyor.

Ve “The Essential Difference” ile “Kadın Beyni” kitaplarına bayıldım. Empati ve eril-dişi beyin üzerine yazılmış çok güzel kitaplar.

Erkek şiddetini nasıl ele aldığıma gelince, şiddetin psikolojik, kültürel ve biyolojik kökenlerini Mitra dinine ait bir boğa öldürme sahnesi çerçevesinde işledim.

Bu kadar anlatmakla yetinelim ve kitabın sürprizlerini bozmayalım.

Yonca Eldener, Yedi Uyananlar adlı romanında kadim bir yolculuktan günümüze kadına şiddeti ele alıyor

Elmanın öbür yarısı yok sayılamaz

Sayım Çınar – Halen kadına şiddet ve kadın cinayetleri en üst noktada devam ediyor… Sizce dünya bu konuda daha iyiye mi yoksa kötüye mi gidecek?

Yonca Eldener – Son dönemde Hollywood filmlerinde baş rollerde kadınlar ve zenciler görüyoruz. Bu ihtiyaca cevap mıdır, ihtiyaç yaratmak mıdır orasını biz bilemeyiz.

Sinema endüstrisi bizlere toplumsal doğrular empoze ediyor ve şu an ötekileştirilenlerin sesinin daha çok duyurulacağı bir dönem geliyor gibi.

Bu yüzden kadının sesini daha çok duyacağımız bir döneme girdiğimizi hissediyorum. Zaten de böyle gidemez öyle değil mi? Bir elmanın diğer yarısı daha ne kadar yok sayılabilir ki.

Etiketler: 


Yorum bırakın

Şifresi yıldızlarda gizli şey ne olabilir?


Yorum bırakın

Radyo Sputnik: Yazar Eldener: İnsana dair şeyler değişmedi, biyolojimiz değişmedi, teknolojimiz değişti

https://tr.sputniknews.com/gundem_disi/201809091035126091-yonca-eldener-insana-dair-seyler-degismedi/

RS FM’de yayınlanan Gündem Dışı programına konuk olan yazar Yonca Eldener, Antik yaşamda insanların nasıl davrandıklarıyla ilgilendiğini belirterek “İnsana dair şeyler değişmedi, biyolojimiz değişmedi teknolojimiz değişti” dedi.

‘Göbeklitepe’nin Muhafızı’ isimli kitabı, ‘The Guardian of Gobeklitepe: The World’s Oldest Temple’ adıyla İngilizce’ye çevrildikten sonra Mitra dininin gizemlerini de merkeze alan son kitabı ‘Yedi Uyananlar’la Antik dönemlerin kapılarını bir kez daha aralayan Yonca Eldener, Gündem Dışı’nda Serhat Sarısözen’in sorularını yanıtladı.

‘O ŞEHİRDE YAŞAYACAĞIMI HAYAL EDEMİYORSAM 

ROMANINI DA YAZAMIYORUM’

“Benim bütün işlerim coğrafya ile ilgili, romanlarım da dolayısıyla coğrafya ile ilgili. Bir roman yazacağım zaman o yere bakarak karar veriyorum. Göbeklitepe’yi, Harran’ı, Tarsus’u yazacağım diye yola çıktım. Dolayısıyla 2-3 yıl zihnen yaşayacağımı gözüme kestirmediğim yerin romanını yazmıyorum. Yani o şehirde birkaç yıl yaşayacağımı hayal edemiyorsam romanını da yazamıyorum.”

‘İNSANLARIN MARKETTE DE NASIL DAVRANDIKLARINI MERAK EDİYORUM’

“Geçmişle günümüz arasında bağ kurmayı seviyorum. Her iki romanımda Antik dinler var ama olaylar hep günümüzde geçiyor. Her iki romanımda da çok ileri teknolojiden bahsettiğim de oldu. İnsan davranışını merak etme ve marka konumlama ile kahraman yaratmak aynı şey. Siz herhangi bir markayı kahraman gibi tanımlayabilirsiniz. Bir marka geçirin aklınızdan, kadın mıdır, erkek midir, kibar mı konuşur, sofistike midir? O markayı tanımlarsınız. Kitaplarımda da insan davranışını merak ediyorum: Markette de nasıl davrandıklarını merak ediyorum, Antik yaşamda da nasıl davranmış olduklarını merak ediyorum. İnsana dair şeyler değişmedi, biyolojimiz değişmedi teknolojimiz değişti. Şirketleri konumlama, marka yaratma ile kahraman yaratma birebir aynı.”

‘ANADOLU’DA NEREYE ELİNİZİ ATSANIZ BİR HAZİNE ÇIKIYOR’

“Anadolu’da nereye elinizi atsanız bir hazine çıkıyor. Ben kendime edebiyatın arkeoloğu diyorum. Kazdıkça bir şeyler buluyorum. Araştırma yaparken Mitra dinine rastladım. Mitra, Tarsus’ta doğmuş ve Kilikya korsanları tarafından tüm Akdeniz’e yayılarak Romalı askerler arasında büyük bir inanan kitlesine sahip olmuştu. Dışarıya kapalı bir gizem diniydi ve bu inancın tohumlarını Tarsus’un ünlü Stoacı filozofları atmıştı. Roma’nın Hıristiyanlığı resmi din ilan ettiği 4. yüzyılda ise yok edilmişti. ‘Mitraeum’ denilen yeraltı tapınakları ve mağaralarda ibadet eden Mitraistler, dinin sırlarını dışarıya açmadıkları için arkalarında hiç yazılı belge bırakmamışlardı. Mitra’ya inananlar, mağaralarda veya küçük yeraltı mabetlerinde ibadet ederlerdi. Her din, kendinden önceki inancı yok etmek ister ama dinler tümüyle yok olmaz, tortu bır

akır.”

Kitabında kadın sorunlarına, kadının tecavüzcüsüyle evlendirilmesine de dikkat çeken Eldener, “Bizdeki durum, ‘Kadın bir şey yapıyordur da buna neden olmuştur’ mantığı son derece sağlıksız. Türkiye’deki genel hukuk yaklaşımı da bu şekilde. ‘Sen suçlusun akla bakalım kendini’ deniyor. ‘Sen suçlu değilsin suçun ispatlanana kadar’ baş

ka bir önerme; ‘Sen suçlusun, ispat et suçsuzluğunu’ başka bir önerme. Ben Türkiye’de ikincisinin çok olduğunu görüyorum” ifadelerini kullandı.

Anadolu topraklarından yurt dışına çıkarılan sayısız eser olduğunu vurgulayan Eldener, “Ülkemizde tarihi eserler taşıyor. Ama inanılmaz tahrip ediyoruz” diye konuştu.


Yorum bırakın

Tarsus’taki gizem çözüldü

medyatava.com

Tarsus’taki gizem çözüldü!

Medyatava ÖzelYonca Eldener, yeni romanı “Yedi Uyananlar”ı Medyatava’dan Sayım Çınar’a anlattı…

Yonca Eldener okurlarla yeni romanı Yedi Uyananlar’ı buluşturdu. Anadolu gizemlerinin, Mitra dininin merkezde olduğu roman yoğun macera ve sürpriz barındırıyor. Sayım Çınar Eldener ile yeni romanını konuştu.

SAYIM ÇINAR

sayimcinar@gmail.com

“Tüm Coğrafyalar Birbirine Derinlerde Bağlı, Biliyorum!”

Yeni roman hayırlı olsun. Tarsus’un gizemini siz çözdünüz galiba? Göbeklitepe Muhafızı adlı romanınızdan sonra “Yedi Uyananlar” adlı romanınız yayımlandı ve Tarsus’ta geçiyor. Tarihi macera romanları en çok ilgi gören roman türlerine giriyor. Yedi Uyananlar’ı yazma sürecinden bahseder misiniz? Bu romanı yazarken nasıl aşamalardan geçtiniz?

Gerçekten de tarih maceraya çok yakışıyor. Tarihi macera romanları bir çok okuyucumun söylediği gibi “düz yazıda okuyamayacağı ve okusa da romanda okurken ki kadar keyif almayacağı bilgiyi” o dünyanın içine dahil olarak öğrenme fırsatı veriyor. Yine yazmak için bir kadim coğrafyanın derinlerine daldım ve antik bir din ile Roma dönemi Tarsus’una gittim. Yazarken kendimi Tarsus, Harran, Milas, Urfa gibi çok katmanlı kentlerde arkeolojik kazı yapar gibi hissediyorum. Kazarken kentin bir evresine iniyor gibiyim.

“Roman yazmak, yıllarca iz sürmek gibi.”

Siz romanlarınızı yazarken ciddi araştırmalar yapıyorsunuz. Tarsus’tan Roma’ya kadar uzanan bir roman yazmak sizde ne gibi duygulara yol açtı?

Bu tarz roman yazmak çok ciddi araştırma gerektiriyor. Yedi Uyananlar’ı üç yılda tamamladım. Bu süreç iz sürmeyi öğretiyor. İtalya’da Anadolulu Tanrıçalarla karşılaşıyorsunuz. Tüm coğrafyaların yer altı suları gibi derinlerde birbirine bağlı olduğunu düşünüyorum. Araştırdıkça bu bağlar kanlı canlı karşımda dikiliyor oluyor. Böyle zamanlarda heyecandan yerimde duramıyorum diyebilirim.

“Matrix filmindeki ağır çekimdeki kurşunların yağdığı sahneyi edebiyatıma taşımaya çalışıyorum.”

Aşk, macera, gizem ve tarih içeren kitapların dili de iyi olmak durumunda. Bu tür romanların okur tarafından akıcı olması da bekleniyor. Akıcı bir dil yakalamak hiç o kadar kolay olmamalı…

Macera romanında bir tarafta dış dünyada baş döndüren bir kovalamaca, diğer tarafta kahramanların iç sesleri ve iç dünyaları oluyor. Kovalamacanın ve kahramanların iç dünyasının dengesini kurmak oldukça zahmetli. Bu ikisi birbirini çok zorlayan ama birbirine çok yakışan bir ikili. Kovalamacanın orta yerinde tasvir yaptığınızda çok hızlı giden bir arabaya fren yapıp yolcuların başlarını cama vurdurmuş oluyorsunuz. Yapmazsanız da kahramanlar sadece ismen var oluyor. Ben Matrix filmindeki ağır çekimdeki kurşunların yağdığı sahneyi edebiyatıma taşımaya çalışıyorum. Heyecan doruktayken dünyanın yavaşladığı ve iç dünyamızla baş başa kaldığımız, sonra son sürat kovalamacaya yeniden döndüğümüz sahneyi… Bazı bölümlerde günlerimi harcamışlığım var.

Yazmak için gezmek ve yaşamak da gerekiyor… Romanda geçen yerleri ziyaret ettiğinizi biliyorum… Yazmak için yaşamak da gerekiyor.. Son dönem bunu yapan yazarlar daha başarılı oluyor. Gezdiğiniz yerleri  özlüyor musunuz?

Özlüyorum ve çoğunlukla yeniden gidiyorum. Başımı döndürmeyen yerleri yazamıyorum. O yerle üç yıl geçireceğim için ruhen orada olmayı sevmem gerekiyor. Romanda yazdığım yerleri hem romanın öncesinde hem yazma sürecinde ziyaret ettim. Tarsus’u, Roma’daki Vatikan Müzeleri’ni, Roma’ya yakın liman kenti Ostia Antica’daki Mitra tapınaklarını, Gazi Antep Dülük’teki Mitra tapınağını, Gilindire Mağarasını, Slovenya’daki Škocjan mağarasını ziyaret ettim.

“Süreç içerisinde müthiş kaynaklar buldum.”

Tarsus tarihine, antik dinlere, psikoloji ve mitolojiye dair ciddi bilgiler yer alıyor kitapta… Bu kitabı yazarken ciddi derecede kitap da okumuşsunuzdur. Kitabın sonunda da kapsamlı bir okuma listesi var. Sizi en çok hangi kitaplar etkiledi, bu romanı yazarken?

“Ana Tanrıça’nın İzinde, Anadolu Kybele Kültü” adlı kitaba bayıldım. Gerçekten de Ana Tanrıçaya tapılan bir dönem var mıydı yoksa böyle bir dönemin özlemi üzerine hikayeler mi uyduruyoruz konusunu bilimsel bir bakışla inceliyor.  Ve “The Essential Difference” ile “Kadın Beyni” kitaplarına bayıldım. Empati ve eril-dişi beyin üzerine yazılmış çok güzel kitaplar. Romanımın ana kaynakça bölümünde tavsiye ettiğim başlıca kaynaklar bulunuyor.

Mitra dinini araştırırken karşınıza ilginç şeyler çıkmıştır mutlaka… Mitra dinini biraz anlatır mısınız?

Mitra dini Tarsus’ta doğuyor. Kilikya korsanları tarafından tüm Akdeniz’e yayılıyor. Sadece erkeklerin kabul edildiği bir gizem dini. Mağaralarda veya mağaraya benzetilmiş tapınaklarda ibadet ediyorlar. Dinin merkezinde Işık Tanrısı Mitra’nın boğa kurban ederken bir tasviri yer alıyor. Bir görüşe göre bu tasvir gerçekte bir yıldız haritası. Mitra geriye yazılı belge bırakmamış ancak olağanüstü bir ikonografiye sahip.

Kitabın kahramanları Deniz, Kaya ve diğer kahramanlar derin özellikleri olan kişiler… Bir karakter yaratmak siz de ne gibi değişimlere yol açıyor?

Çocuk doğurmak ve yetiştirmek gibi. Kahramanların kişiliği oturunca ben yazmıyorum da onlar kendi konuşuyor sanki.

Kitapta mağara araştırmaları, insan beynine dair araştırmalar, Jung’un yaşamı var. Freud da var… Bu iki ismi kitaba nasıl koydunuz? Size ne gibi kapılar açtı?

Jung’un Mitra dini ile olan ilişkisi yaşamının kilit noktasını oluşturuyor.  Dünya düşünce ve sanat tarihini bu derece etkilemiş bir bilim adamının Anadolulu bir dine ait sembolleri rüyalarında görmesi, yorumlaması heyecan verici. Jung romanda arka planda hem bilinçaltına dair devrim yaratan fikirlerin sahibi, hem de açmazlar içinde boğulan, kendiyle savaşan sıradan ve zaafları olan bir erkek. Jung’un babası yerine koyduğu Freud’dan kopuşunu, bilinçaltına yolculuğunu ve arketipleri Mitra dini çerçevesinde yorumladım.

Kitapta teknolojiyi de kullanıyorsunuz. Kitabın başındaki ölüm bizi çok başka yerlere götürüyor… Eğer seçme hakkınız olsaydı, bugün hangi işi yapmak isterdiniz, neden?

Bedenen teknoloji çağındayız ama ruhen mitolojide yaşıyoruz. Yedi Uyananlar’da nöro-mitoloji adını verdiğim bir bakışla yazdığım bölümler var. Mitolojik sahneleri nörolojik yapılarla anlamlandırmak çok heyecan vericiydi. Tanrı ve Tanrıçaları genler, beyin devreleri ve nöronlarla eşleştirmek… Ve her zaman yapmak istediğim işle ilgili seçme hakkımın olduğunu düşünüyorum. Uzun yıllar kurumsal şirketlerde üst düzey yöneticilik yaptım ve bu dönemde bile çok farklı bir pozisyondan diğerine geçtim. Kurumsal hayatın içindeyken alan değiştirmek göründüğünden büyük güçlükler barındırmıştı. Sonrasında kurumsal hayatı da bıraktım ve yazarlık yapmaya başladım. Diyeceğim o ki hayat zaten seçimlerden ibarettir. Ben konfor alanımı elimin tersiyle itmeyi seçebiliyorum. Günde on beş saat kalkmadan çalıştığım çok oluyor. Ben çalıştığım sürece işin yarısının kontrolü benim elimde. Kalan yarısı benim elimde değil ki buna yapacak bir şey olmadığını bilmek önemli. Yani şu anda istediğim işi yapıyorum.

Kadın-erkek eşitsizliği en çok tartışılan konuların başında geliyor… Halen kadına şiddet ve kadın cinayetleri en üst nokta da devam ediyor… Sizce dünya bu konuda daha iyiye mi yoksa kötüye mi gidecek?

Son dönemde Hollywood filmlerinde baş rollerde kadınlar ve siyahlar görüyoruz. Bu ihtiyaca cevap mıdır, ihtiyaç yaratmak mıdır orasını biz bilemeyiz. Ama ötekileştirilenlerin sesinin daha çok duyurulacağı bir dönem geliyor gibi.


Yorum bırakın

Yedi Uyananlar satışta!

Yedi Uyananlar çıktı! INTERNET sitelerinde ve tüm kitapçılarda satışta. D&R için istediğiniz mağazaya isminize kitabı getiriyorlar.

D&R internet bağlantısı için tıklayınız:

http://www.dr.com.tr/Kitap/Yedi-Uyananlar/Edebiyat/Roman/Polisiye/urunno=0001759916001

Bu kez Tarsus sokaklarında nefes nefeseyiz.

Tarsus’ta yapılan bir mağara dalışı, Amerikalı araştırmacı Ellen’ın ölümüyle sonuçlanmıştır. Dalışa katılanlardan biri olan Kaya, o gün yaşadıklarının, başka tehlikelere de gebe olduğunu hisseder ancak adını koyamaz. Tarsus’un en güçlü kadınının biricik oğlu, Jeoloji Mühendisi Kaya Kocadolap, “Vahşi hayvan çığlıkları duydum, dans eden bir kadın gölgesi dev bir yılana dönüştü ve beni boğmaya kalkıştı!” dese kim inanır?

“Mitra, Tarsus’ta doğmuş ve Kilikya korsanları tarafından tüm Akdeniz’e yayılarak Romalı askerler arasında büyük bir inanan kitlesine sahip olmuştu. Dışarıya kapalı bir gizem diniydi ve bu inancın tohumlarını Tarsus’un ünlü Stoacı filozofları atmıştı. Roma’nın Hıristiyanlığı resmi din ilan ettiği 4. yüzyılda ise yok edilmişti. ‘Mitraeum’ denilen yeraltı tapınakları ve mağaralarda ibadet eden Mitraistler, dinin sırlarını dışarıya açmadıkları için arkalarında hiç yazılı belge bırakmamışlardı. Mitra’ya inananlar, mağaralarda veya küçük yeraltı mabetlerinde ibadet

ederlerdi.”

Romandaki Tarsus – Foto Galeri

Yorum bırakın

Kırkkaşık Bedesteni
Jüstinyen Köprüsü
Tarsus Şelale
Tarsus Şelale
Tarsus Amerikan Koleji Stickler Binası
Tarsus Taşkuyu Mağarası
Tarsus Ulu Cami
Tarsus Ulu Cami
Tarsus Ulu Cami
Donuktaş Rahip Lahitleri
Mitra – Tarsus Müzesi

Güvercinli Konak
Güvercinli Konak

Eski Tarsus

Eski Tarsus
Eski Tarsus
Donuktaş Tapınağı
Danyal Peygamber
Altından Geçme Roma Hamamı
Ashab-ı Kehf
Antik Cadde

Kocadolap

View the pictures →

This gallery contains 30 photos